Loading...
You are here:  Home  >  События  >  Current Article

Muhacirlerin Türk halkına ve hükümetine çağrısı (Обращение мухаджиров к турецкому народу и правительству)

By   /  22.05.2017  /  Комментарии к записи Muhacirlerin Türk halkına ve hükümetine çağrısı (Обращение мухаджиров к турецкому народу и правительству) отключены

    Print       Email

***

Bismillah, Elhamdulillah, Vessalâtu Vesselâmu Âlâ Rasûlillah, emma ba’d.

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu.

Biz, Kuzey Kafkasya, Volga Bölgesi, Orta Asya muhacirleri, bugün Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ikamet eden muhacirler adına Türk halkına ve onun hükümetine bir çağrı yapmaya karar verdik.

Bugün, 25 Nisan 2017’de, kendi aramızda görüştükten sonra, Türk halkına ve onun hükümetine bir çağrıda bulunursak iyi olacağını düşündük.

Konuşmamı başlamadan önce, tam olarak 100 yıl öncesine dönüp, o zaman ve o günlerde yaşananları hepimize hatırlatmak istiyorum.

 

Bundan 100 yıl önce, 9 Aralık 1917 tarihinde, Britanya İmparatorluğu Kudüsü işgal etti. Bir sonraki yıl, 1918’de, Ekim ayi boyunca Şam, Halep ve Musul da onlar tarafından işgal edildi…

Osmanlı halifeliğinin çöküşü Müslüman dünyası için bir felaket olmuştu. Bu, düşmanlarının — sömürgeci Avrupa güçlerinin — birleşik Müslüman devletini parçalara ayırdığı bir dönemdi. Avrupalılar Müslümanların bu felaketine terbiyeli bir isim verdiler: ulusal-kurtuluş hareketi. Ve daha önceleri de Osmanlı Devletinin münferit bölgelerinde, merkezi hükümete ve orduya, birleşik Müslüman devletini içten yıkacak olan Takfir düşünceleri yayılmıştı. 

Türkiye bu olumsuz koşullar içinde, dört denize erişimine ve aynı zamanda İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki kontrolü elinde tutmayı başarmıştır. Bu Türkiye’nin stratejik başarısı olarak kabul edilebilir. 

Bugün, aradan 100 yıl geçmişken, Şam, Halep, Musul ve Kudüs, Müslümanların, Yahudi-Hıristiyan dünyasıyla ve onların müttefiki olan Şiilerle şiddetli çatışma ve ihtilaf bölgeleri olmuştur. 

Rusya’nın egemen çevreleri, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına ilişkin iddialarını açık bir şekilde beyan etmişlerdir ve İstanbul’u, kendilerini varisi olarak kabul ettikleri Bizans İmparatorluğu anısına Konstantinopol olarak adlandırmaktadırlar. 

Günümüzde Yemen’de Şiiler egemendirler ve bütün maskelerini indirerek, açık bir şekilde Allah’ın dinine, Onun Peygamberine ve Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellemin bütün ailesine küfretmektedirler. Ayrıca, Mekke’de Allah’ın Kutsal Evi (Kabe) üzerindeki iddialarını da beyan etmektedirler. 

Fakat! Tarihin vektörü şimdi artık 100 öncekinin tersine dönmüştür. Takfir fikirleriyle donatılmış, Şii genişlemesine karşı onlarla savaşmış olan Osmanlı Devletinin dünkü düşmanlarının mirasçıları bugün yakınlaşma noktaları aramaktadırlar. 

Türkler ve Araplar Rus bombalarıyla ve Suriye’nin kimyasal silahlarıyla öldürülen Halepli ve İdlibli çocukların yasını birlikte tutmaktadırlar. 

Ortadoğu’daki durum, hayatta kalmak için, Türklerin artık kendilerini sınırlandırmayacakları, Türk ulusunun kendi kimliğini daraltmayacağı yönündedir. Eğer Türkiye’nin bugün bir cephe hattında bulunduğunu söylersek yanlış yapmış olmayız. Ve biz Rus generallerinin İstanbul’u bombalamaya başlayacakları tehditlerini duyduk. Bu şartlarda hayatta kalmak, ayakta kalmak için, sadece bütün İslam dünyasıyla yeni, yüksek seviyede bir bütünleşmeye geçilebilir. Biz-Müslümanlar, biz- son ilahi vahyin ve bütün Peygamberlerin sonuncusu Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellemin ümmetiyiz. Biz- Kur’an’ın ve
Hz. Muhammed’in Sünneti’nin Ümmetiyiz.

Biz, Rusya tarafından işgal edilen Kafkasya, Volga Bölgesi ve aynı zamanda Orta Asya mültecilerinin temsilcileri, bugün Türk Hükümetine ve halkına, Türk toplumunda bizim temsil ettiğimiz diasporaya karşı artan olumsuz tutum nedeniyle çağırıda bulunuyoruz. Diasporamıza yönelik olarak sınır dışı olayların sayısında artış da dahil olmak üzere, şu anda diasporamızdaki çok sayıda kadın ve çocuğun gözaltında bulunması ve baskıların endişe verici bir şekilde artması endişelenmemize neden olmaktadır. 

Türkiye’nin güvenliği için — iç ve dış tehditlerin — ve aynı zamanda ülkeye çok büyük sayıda göçmen akını olmasına ilişkin risklerin farkında olarak biz, Türkiye’nin yetkili makamlarıyla bir diyalog kurarak, ihtilafları çözümlemek ve diasporalarımızın bazı bölümlerinden kaynaklanacak riskleri azaltmak için karşılıklı olarak kabul edilebilir yollar bulmak istiyoruz. 

Türkiye ve ondan önceki Osmanlı Halifeliği, baskıya uğrayan ve topraklarından sürgün edilen dünya Müslümanlarına karşı her zaman şefkatle ve konuksever bir şekilde yaklaşmıştır. Bunların arasında, bugün kendilerini Türk olarak adlandıran, Arnavut, Sırp, Makedon, Çerkez, Çeçen, Dağıstanlı, Balkar, Özbek ve sair köklerden insanlar da vardır. Türkiye 2011 yılından bu yana Suriye’den, Irak’tan, Mısır’dan, Yemen’den 3 milyon Müslümanı kabul etti. Eğer Batıda, bütün ulusların eritme potası olarak Amerika kabul ediliyorsa, Doğuda da, ırkı veya milliyeti her ne olursa olsun göçmenlerin cazibe merkezi olarak Türkiye’yi kabul etmek mümkündür. Türkiye’nin eşsiz tarihi tecrübesi ve gelenekleri, zulme maruz kalan dünya Müslümanlarının birçoğunun zihninde, zulüm söz konusu olduğunda, bu ülkenin Müslümanların koruyucusu ve onlar için güvenli bir sığınak olarak algılanmasına neden olmaktadır. Genel olarak Türkiye’nin mevcut yönetiminin ve Türklerin bu tutumu ve algısı da 2010’lu yılların başından bu yana buraya Kafkasya’dan, Volga’dan, Orta Asya’dan yeni mülteci akınları olmuştur. 

Bunlar vatanlarından mahrum edilmiş insanlardır. Neden? Çünkü Müslümanlar için, Hıristiyan-İşgalciler tarafından veya Rusya’nın veya Batının uşağı-otoriter tiran tarafından yönettiği bir devlet, vatan olamaz. 

İslam mirasının sistematik olarak imha edilmesi nedeniyle bu kişilerde tarihsel bellek, dini ve kültürel gelenek aksamıştır. Bu olumsu bileşenler nedeniyle, onların Müslümanlar olarak, farklı Müslüman topluluklarını bir Ümmete- Rahman-ül Müslimin- din kardeşi Müslümanlara bağlayan ilkeler de dahil olmak üzere İslam’ın temel ilkelerini pek anlamadıklarını kesin olarak söyleyebiliriz. 

En az yüz elli yıldır bu bölgelerde hakimiyete sahip olan Rusya, metodik olarak, kendisinin fethettiği halkların İslam ruhunu ve İslam mirasını tahrip etmekte, İslam’ı bunların tarihsel hafızasından silmektedir. Şu anda, Kafkasya halklarını açık bir şekilde Hıristiyanlaştırmaktadır. Yüz yıldan fazla bir süredir onlara Rus kültürünü, dilini ve yazısını empoze etmektedir. Eğer yaklaşık 100 yıldır Kafkasya ve aynı zamanda Tatar Müslümanlarının çocuklarına okullarda, 19. Yüzyıl Rus Edebiyatı Klasikleri olarak adlandırılan eğitimi almışlarsa, bunların birçoğu Kafkasya Savaşında, Rusya İmparatorluğunun bayrağı altında Müslümanlara karşı savaşmışlarsa ne denilebilir ki.

1990’lı yılların başında Kafkasya’da oluşan İslami kimlik filizlerini Rusya İslam’a karşı verdiği asırlık mücadele tecrübesiyle, en tutkulu Müslümanları öldürmek yoluyla (en bariz örneği Çeçenistan’dır) fiziksel olarak ve daha önceki kuşakların kabul edilmiş olan İslam bilginlerinin eserlerini yasaklayarak, mümkün olan bütün tarikatların ve doğru yoldan sapmış akımların benimsetilmesi ve ilerletilmesi yoluyla, daha sonra bunların yerine cahilleri, despotik kişilikleri, maneviyatları bozulmuş liderleri yerleştirmek ve ilerletmek suretiyle saygın İslam alimlerini ve vaizleri öldürmek suretiyle ve aynı zamanda, İslam’a düşman mümkün olan bütün mezhepler ve dini akımlar için: Evanjelistlere, Katoliklere, Şiilere vaaz yolunu açarak Müslüman halkı Hıristiyanlaştırmak yoluyla ideolojik düzeyde bastırmıştır. Kuzey Kafkasya’da, örneğin, Evanjelist misyoner örgütler, İncili onlarca yerel dile çeviren İncil Çeviri Enstitüsü açık bir şekilde faaliyet göstermektedirler. Rusya’yla iki kanlı savaş yaşamış olan Çeçenistan’ın başkentinde bugün yöneticisinin inisiyatifinde kilise ve sinagog açılmıştır. 

Orta Asya Müslümanları da benzer şekilde, zalim Batı yanlısı rejimlerin şiddetli baskısı altında bulunmaktadırlar. 

Türk Hükümeti ve halkı muhacirlere barınak, sığınak, yiyecek sağlamıştır. Olaylar hızla gelişmiş ve elbette Türk Hükümeti, Suriye’deki savaş bölgesine yakınlığına bağlı olarak yeni sorunlarla karşı karşıya gelmiştir. IŞİD oluşumu bizim diasporamı arasında derin bölünmelere neden olmuştur. 

IŞİD’in eline düşenlerin çoğu yetim çocukları olan dullardır. Bunların çoğu eşsiz kaldıktan sonra, çok zor durumda kalmış kişilerdir. Kollarında çocuklarıyla vatanlarını bırakmış ve Türkiye’ye yerleşmişlerdir. Dil bilmemektedirler, yerel kanunları bilmemektedirler, yerel görenekler hakkında bilgileri yoktur, kocalarının desteğinden mahrumdurlar, ebeveynlerinden ve akrabalarından ayrıdırlar. 

Ve en önemlisi, dini, siyasi ve jeopolitik açıdan Müslüman dünyasındaki cari durumu ve Müslümanlar için takfir konularında aşırı zararlı konuları onlara anladıkları dilde açıklayacak saygın İslam alimleri yoktur. 

Çoğunluğu 30 yaşından daha genç yaşta olan bu kadınlar ve aynı zamanda erkekler, propaganda kurbanı olmuşlardır ve gerçek durum hakkında bilinçli değildirler. 

Ancak bu popülerliğin, makul bir ders ve fayda elde edilecek ters bir yönü de vardır: kendi ülkesinde ezilen Kafkasya ve Orta Asya Müslümanları, kendi ülkeleri olarak kabul edecekleri, bütün Müslümanların, milliyetlerine bağlı olmadan eşit olacağı, içinde tek bir ulusun – Kur’an ve Sünnet ulusunun olacağı güvenli bir bölge beklentisi, arayışı içinde yaşamaktadır. 

Evet, 3 milyon Suriyeli mülteci dalgasının ölçeğine göre ve aynı zamanda Suriyelilerin ve Türklerin bölgesel yakınlığı, Kafkasya diasporasının ve Orta Asya diasporasının göreceli olarak az sayıda olması göze çarpmaktadır. 

Fakat onlarda da son on yılda aktif bir göç katmanı vardır. Türk Hükümeti için bir soru ve aynı zamanda bir çağrı olarak, bu insanları Kur’an ve Sünnet ulusunun tek kumaşı içine entegre etmek mümkün olacak mıdır. 

Türkiye’nin bu yönde olumlu bir tecrübesi var. Ve bu aynı Rusya’da olduğu gibi, on yıllarla ölçülmez. Osmanlıların, Müslümanların yaratıcı entegrasyonuna ilişkin eşsiz tecrübesi yüzyıllardır takdir edilmektedir. 

Bugün Balkanlarda – Avrupa’nın göbeğinde milyonlarca Müslümanın yaşaması Osmanlı Halifeliğinin eşsiz tecrübesidir. Ve bu insanların Osmanlı Halifeliğinin egemen olduğu zamanlara dair belleği, Kafkasya halklarının Rusya’ya ve Balkan halklarının Avrupa’ya dair tarihsel anılarının aksine, olumlu anılarla doludur. Karadağ, Sırbistan ve Hırvatistan’da hala Osmanlı halifeliği zamanında Müslümanlar tarafından inşa edilmiş olan, hayır için sadaka – İslam fikri, Kuran ve Sünnet destekçilerinin fikrini taşıyan köprülerden ve yollardan geçebiliyorsunuz. 

Bugün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki ihtilaf haritası 100 yıl önceki gibi görünmektedir. Fakat değişim rüzgârları Kuran ve Sünnet ulusunu ve bunun aktif bir parçası olarak Türkleri şereflendirmektedir. O zamanlar bölücülük merkezkaç kuvveti varken, bugün değişim rüzgârları merkezcil olanla değişmiştir. Müslümanlar, bölgesel, ırk veya etnik kökene bakmaksızın, Kuran ve Sünnet önderliğini birleştiren tek bir ulus olmanın daha da farkındadırlar. 

Bu güç akışı içinde, hem Kafkasya ve hem de Orta Asya, önemli jeopolitik hatlardır. Geçmişin asırlık tecrübelerine, bunun, Kafkasya halklarının ve Orta Asyalılarınki de dahil olmak üzere bütün Müslüman halkların bir organizma içine entegrasyonuna ilişkin etkin mekanizmasına başvurmak önemlidir. 

Konuşmamın ikinci bölümünde, çözüm yollarını görüşünüze sunarak Kafkasya ve Orta Asya göçmenlerinin şu andaki durumlarına ilişkin sorunlara değinmek istiyorum. 

Birincisi: Müslüman göçmenlerin Türkiye sınırları içinde yasal olarak gelişlerine ilişkin sorunlar. Maalesef, birçok göçmenin Türkiye sınırları içinde yasadışı olarak bulunduğu gerçeğine dikkat edilmelidir. İlk başta burada oturma izni tanzim etmişlerse de yaklaşık 2014 yılından itibaren eğilim olumsuz yönde değişmeye başlamıştır. İlk olarak, yabancı ülke vatandaşlarına mevzuat düzeyinde yeni bir kayıt ve oturma izni verilme düzeni uygulanmıştır. İşlem büyük ölçüde pahalandı ve geleneksel olarak çok çocuklu göçmen aileleri için bir lüks haline gelmiştir. İkincisi, yasadışı göçmenlerin sayısındaki artış, oturma izni düzenlemesi için polis makamlarına geldiklerinde bunları orada tutuklama ve yabancılar için oluşturulan hapishanelere koyma vakalarının artmasına katkıda bulunmuştur. Dahası, göçmenlerin büyük bir kısmında pasaport yoktur, zira devletten zulüm görerek vatanlarını terk etmişlerdir. Burada Türkiye’de de on yıldır vatandaşlık almayı bekleyenler vardır.

Biz, Türk makamlarına, bu kategorideki insanlar için, özel bir yasallaştırma düzenlemesiyle, bir tedbirler paketinin geliştirilmesi ve en kısa süre içinde, uygulanması için çağrıda bulunmak istiyoruz. Özellikle, geçici oturma izninin süresinin uzatılması için, ülke sınırları dışına çıkmadan yasallaştırmanın imkansızlığına ilişkin sınırlandırmanın kaldırılmasını. Ayrıca, Türkiye’de yasal istihdam elde etmeleri ve küçük işletmelere sahip olabilmeleri amacıyla bu kategorideki insanlar için çalışma mevzuatının liberalleştirilmesi ricasıyla çağrıda bulunuyoruz.

İkincisi: Türk halkının diasporamıza karşı olumsuz davranışlarının artması. Bu pek çok bakımdan, derin bir üzüntüyle belirtiyorum ki, diaspora temsilcilerimizin bir kısmının takfir ideolojisiyle bağlantılı olan olumsuz süreçlere sürüklenmiş olmasıyla ilgilidir. 

Biz, diaspora temsilcileri olarak, takfir ideolojisiyle ilgimiz olmadığını resmi olarak beyan ediyoruz. Aynı zamanda, bunu destekleyen herkesi de reddediyoruz. 

Türkiye sakinlerinin Kafkasya ve Orta Asya diasporasına karşı olumsuz tutumlarının üstesinden gelinmesi için, medyada ilgili bilgilendirme politikasının geliştirilmesi ve uygulanması için Türk Hükümetine çağrıda bulunuyoruz. Aynı zamanda, Türkiye’de ülkedeki, bölgedeki ve dünyadaki olayları aktif olarak aktaran basının İngilizce olduğuna dikkat çekiyoruz. Rusça konuşan Müslümanların Türkiye’deki, Orta Doğudaki ve dünyadaki olaylara ilişkin haberlere ve bilgilere aynı şekilde erişimlerinin sağlanması için Rusça yayınların da olmasını istiyoruz. 

Üçüncüsü: Ülkede mevcut olan olağanüstü duruma bağlı olarak, göçmenlerin çocuklarının Kur’an öğrendiği birçok medrese kapatıldı. Medreseler İslami eğitim ve öğretim merkezleridir, İslam’da itidali yayma, aydınlanma merkezleridir. Saygın alimler için, toplumla iletişim kurdukları, eğitim ve sosyal yardım faaliyetlerini yürüttükleri bir platformdur. Bunların kapatılması, sırasıyla, cehaletin, aşırı görüşlerin ve dinden sapmaların yayılması anlamına gelmektedir. Biz, medreselerin açılması konusuna yönelmesi için Türk Hükümetine çağrıda bulunuyoruz. 

Türk makamlarının ve Türk halkının dikkatini çekmek istediğimiz Dördüncü konu, göçmenlerin, özellikle şu anda hapishanede ve sınır dışı etme merkezlerinde bulunan kadınlardır. 

Bu kadınların çocukları anneleriyle birlikte kalmaktadırlar. Biri değil, ikisi, üçü ve hatta beşi. Genel olarak bunların hepsi, babaları Kafkasya’da hayatlarını feda etmiş olan ve Orta Asya ülkelerinin ve aynı zamanda Rusya’nın zorba yöneticilerinin toplama kamplarında olan, hayatlarını Allah’ın dininin zaferi için feda eden yetimlerdir. Bu kadınların ve çocukların Türkiye’de hapishanede bulunması, milyonlarca Müslümanın yaşadığı bu ülkelerde olumsuz yankılar uyandırmaktadır. 

Kendi ülkelerinde zulüm görmüş olan Müslümanların Türkiye’ye İstanbul’daki havalimanlarından girişlerinin reddedilmesi de bizde endişe uyandırmaktadır. 

Bir vakadan haberimiz oldu, 6, 5, 3 ve 1 yaşlarındaki dört çocuğuyla birlikte Rusya’dan gelen, İslam’ı seçmiş olan Rus bir Müslüman kadın, dünyadaki sekiz havalimanını değiştirmiştir ve hiçbir yerde ülkeye girişine izin verilmemiştir. Onu İstanbul’a da sokmamışlardır. Kiev sınır görevlilerinin onu geri gönderdikleri Kahire’de, nihai noktaya-Moskova’ya bilet almasını istemişlerdir. 

25 gün boyunca dünyadaki havalimanlarını dolaştıktan sonra Ukrayna’ya gelmiş, burada onu gözaltına almışlar, yasadışı bir şekilde çocuklarını almışlar ve onları bölge hastanesinin enfeksiyon bölümünde karantinada tutmuşlardır. Şu anda onu, hapishaneye konulacağı Rusya’ya iade etme işlemleri yapılmaktadır ve çocukları muhtemelen Ukrayna’da veya Rusya’da bir yetimhaneye verilme tehdidi altındadır. Bunlar babaları olmayan yetim çocuklardır. 

Başka bir sansasyonel olay- Kazakistan’dan geldiği bilinen bir ziyaretçinin günlerce İstanbul Havalimanında kalmasıdır. Bu kişi, Kazakistan Güvenlik Servisinin isteği üzerine ülkesinden sınır dışı edildiği Suudi Arabistan’da birkaç yıl İslam Bilimleri eğitimi almıştır. 10 çocuğu ve eşinden oluşan ailesiyle birlikte uçakla İstanbul’a gelmiştir. Havalimanı Sınır Koruma Servisi aileyi İstanbul’a sokmamış ve daha sonra günlerce havalimanında tutulmuş, Kazakistan’a geri dönmek zorunda bırakılmış, Kazakistan’a gittiğinde güvenlik görevlileri kendisini ve oğlunu dövmüşler ve kendisini hapishaneye koymuşlardır. 

Biz Türk makamlarını, sınır dışı edilmeye ilişkin kararların alınmasına ve ayrıca şu anda gözaltında ve sınır dışı etme merkezlerinde bulunan kadınlara ilişkin kararların alınması konularını yeniden ele alamaya ve diasporalarımızın temsilcilerinin katılımına ve kendileriyle diyalog kurularak tavsiyelerine dikkat edilmesi ilişkin prosedürleri en kısa süre içinde uygulamaya koyması için çağrıda bulunuyoruz. Özellikle, diasporaların en yetkili temsilcilerinden gelen tavsiye ve garanti mekanizmalarının kullanılmasını öneriyoruz. 

 

Bu, bizim Türk halkına ve hükümetine yağtığımız kısa bir çağırısıdır.

Subhaneke Allahumme ve bihamdike, la ilahe illa ente estağfiruke ve etubu ileyke.

Ve Aleyküm Selam ve Rahmetullahi ve Berekatühü.

__________________________________________________________

 

БисмиЛляхи, АльхамдулиЛлях, ва саляту ва саляму аля-расулиЛлях, амма баад.

Ас-саляму алейкум ва-рахмату-Ллахи ва-баракятух.

Мы, мухаджиров Северного Кавказа, Поволжья, Средней Азии, решили сделать обращение к турецкому народу и к его правительству, от тех мухаджиров которые проживают сегодня на территории Турецкой Республики.

Сегодня, 25 Апреля 2017 года, после некоторых раздумий, мы пришли к мнению что будет хорошо если мы обратимся к турецкому народу и к его правительству.

Прежде чем начать свое обращение мне бы хотелось вернуться в история ровно на 100 лет назад и напомнить нам всем какова была ситуация в те времена и в тот момент.

100 лет назад, 9 декабря 1917 года, войска Британской империи захватили Аль-Кудс (Иерусалим). В течение октября следующего, 1918 года, оккупированными ими оказались Дамаск, Алеппо и Мосул…

Распад Османского халифата был катастрофой для мусульманского мира. Это было время, когда единое государство мусульман рвали на части его враги – колониальные европейские державы. Европейцы придали этой катастрофе мусульман благопристойное наименование: национально-освободительные движения. А ещё ранее в отдельных уголках Османского государства распространились идеи такфира центральному правительству и армии, разрушавшие единое государство мусульман изнутри.

При тех неблагоприятных обстоятельствах Турция сумела сохранить за собой выход к четырём морям, а также контроль над Босфором и Дарданеллами. Это можно считать её стратегическим успехом.

Сегодня, 100 лет спустя, Дамаск, Алеппо, Мосул и Аль-Кудс (Иерусалим) являются зонами ожесточённых столкновений и конфликтов мусульман с иудео-христианским миром и их союзниками шиитами.

Руководящие круги России открыто заявляют о своих притязаниях на проливы Босфор и Дарданеллы и называют Стамбул не иначе как Константинополь в память о Византийской империи, наследниками которой они себя считают.

Сегодня шииты господствуют в Йемене и, сорвав все маски, открыто поносят религию Аллаха, Его Посланника и всё семейство Посланника Аллаха, да благословит его Аллах и приветствует. Они уже заявляют о своих притязаниях на господство над Священным Домом Аллаха в Мекке.

Но! Вектор истории сегодня сменился на прямо противоположный тому, что был 100 лет назад. Наследники вчерашних врагов Османского государства, которые, вооружившись идеями такфира, воевали с ним, перед лицом шиитской экспансии, сегодня ищут точки сближения.

Турки и арабы вместе оплакивали убиваемых русскими бомбами и сирийским химическим оружием детей Алеппо и Идлиба.

Положение дел на Ближнем Востоке таково, что для того, чтобы сохраниться, туркам уже нельзя ограничиваться, сужать свою идентичность рамками турецкой нации. Мы не ошибёмся, если скажем, что Турция сегодня находится на линии фронта. И мы уже слышали угрозы русских генералов начать бомбить Стамбул. Выжить в этих условиях, выстоять, можно только перейдя на новый, высокий уровень интеграции со всем исламским миром. Мы – мусульмане, мы – нация последнего Божественного Откровения и Печати всех пророков, да благословит его Аллах и приветствует. Мы – нация Корана и Сунны пророка Мухаммада.

Мы — представители мухаджиров оккупированного Россией Кавказа, Поволжья, а также Центральной Азии — сегодня обращаемся к турецкому правительству и народу в связи с нарастающим в турецком обществе негативным отношением к диаспорам, которые мы представляем. Нашу обеспокоенность вызывает также относительно большое количество женщин и детей из числа наших диаспор, оказавшихся в данное время под стражей, и тревожные тенденции нарастания репрессий, в том числе роста количества депортаций, в отношении наших диаспор.

Осознавая угрозы — внешние и внутренние — для безопасности Турции, а также риски, которые несёт за собой приток в страну огромного числа иммигрантов, мы хотели бы через диалог с уполномоченными властями Турции найти взаимоприемлемые пути разрешения противоречий и снижения риска, исходящего от некоторой части наших диаспор.

Турции, а до неё Османский халифат, всегда отличали сострадательность и гостеприимство по отношению к репрессируемым и изгоняемым со своих земель мусульманам мира. Среди тех, кто сегодня называет себя турками, найдётся немалая часть людей с албанскими, сербскими, македонскими, черкесскими, чеченскими, дагестанскими, балкарскими, узбекскими и прочими корнями. С 2011 года Турция приняла 3 млн мусульман Сирии, Ирака, Египта, Йемена… Если на Западе принято считать, что Америка — это плавильный котёл всех наций, то на Востоке аналогом такого центра притяжения мигрантов, не зависимо от их расовой и национальной принадлежности, можно считать Турцию. Уникальность её исторического опыта и традиции привели к тому, что в сознании большинства гонимых мусульман мира эта страна воспринимается как покровитель мусульман и безопасное убежище для них в случае гонений. Такое отношение и восприятие действующего турецкого руководства и турков в целом и стало причиной того, что с начала 2010-х годов сюда устремились новые потоки беженцев Кавказа, Поволжья, Центральной Азии.

Это люди, которых лишили их родины. Почему? Потому что не может быть родиной для мусульманина государство, в котором правят христиане-оккупанты или же деспотичный тиран-ставленник России или Запада.

У этих людей из-за систематического уничтожения Исламского наследия нарушена преемственность исторической памяти, религиозной и культурной традиции. При таких неблагоприятных составляющих можно уверенно говорить, что они, будучи мусульманами, не понимают многих основополагающих принципов ислама, в том числе принципа, цементирующего разрозненные сообщества мусульман в единую Умму – рахмаиляльмуслимин – милосердие по отношению к единоверцам-мусульманам.

Россия, которая не менее полутора столетий господствует в этих регионах, методично разрушает исламских дух и исламское наследие завоёванных ею народов, стирает ислам из их исторической памяти. В настоящее время она открыто христианизирует народы Кавказа. Более ста лет назад она навязала им русскую культуру, язык и письменность. Что говорить, если вот уже около 100 лет дети мусульман Кавказа, а также татар воспитываются в школах на трудах так называемых классиков русской литературы 19 века, большинство из которых воевало против мусульман под знаменем Российской империи в Кавказской войне.

Те ростки исламского самосознания, пробившегося на заре 1990-х годов на Кавказе, Россия с её многовековым опытом борьбы с исламом подавила физически – через убийство самых пассионарных мусульман (наиболее яркий пример – Чечня), и на уровне идеологическом – через запрещение трудов признанных исламских учёных ранних поколений, внедрение и продвижение всевозможных сект и отклонившихся от Прямого пути течений, убийство авторитетных исламских учёных и проповедников с последующим насаждением и продвижением вместо них невежд, деспотичных личностей, коррумпированных деятелей из духовных управлений, а также христианизируя мусульманские народы, открывая дорогу для проповедничества всевозможным враждебным исламу сектам и религиозным течениям: евангелистам, католикам, шиитам. На Северном Кавказе, например, уже открыто действуют евангелистские миссионерские организации, институт перевода Библии, который перевёл Библию на десяток местных языков. В столице Чечни, прошедшей через две кровавые войны с Россией, сегодня по инициативе её руководителя открываются церковь и синагога.

Аналогичным образом мусульмане Центральной Азии находятся под жесточайшим прессом со стороны тиранических прозападных режимов.

Турецкое правительство и народ предоставили мухаджирам убежище, кров, еду, одежду. События развивались стремительно и, конечно же, турецкое правительство оказалось перед новыми вызовами, связанными с соседством с зоной военных действий в Сирии. Возникновение ИГИШ вызвал глубокий раскол в среде наших диаспор.

Многие из тех, кто попал в ИГИШ, — это вдовы, имеющие детей-сирот. Многие из них, оставшись без мужей, оказались в очень стеснённых обстоятельствах. С детьми на руках они покинули родину и поселились в Турции. Не владея языком, не зная местных законов, не будучи знакомыми с местными обычаями, лишённые опоры в виде своих мужей, оторванные от своих родителей и других родственников.

А самое главное – без авторитетных исламских учёных, которые на понятном для них языке разъясняли бы с религиозной, политической и геополитической точек зрения текущее положение дел в мусульманском мире и пагубность для самих мусульман чрезмерности в вопросах такфира.

Эти женщины, а также мужчины, большинство из которых молодые люди до 30 лет, стали жертвами пропаганды и собственной неосведомленности о реальной ситуации.

Однако у этой популярности есть и обратная сторона, из которой разумный извлечёт урок и пользу: угнетаемые у себя в стране мусульмане Кавказа и Средней Азии живут в ожиданиях, в поиске безопасной территории, которую они считали бы своей родиной, в которой все мусульмане равны, независимо от их национальности, в которой есть только единая нация – нация Корана и Сунны.

Да, в масштабах сирийской 3-х миллионной волны беженцев, а также территориальной близости сирийцев и турков, относительно немногочисленная кавказская диаспора, а также центрально-азиатская диаспора стоят особняком.

Но они же представляют собой и наиболее активный пласт иммиграции последнего десятилетия. Вопрос и одновременно вызов для турецкого руководства – сумеет ли оно позитивно интегрировать этих людей в единое полотно нации Корана и Сунны.

У Турции есть положительный опыт в этом направлении. И он измеряется не десятилетиями, как у той же России. Нет, уникальный опыт османов по созидательному интегрированию мусульман исчисляется столетиями.

Уникальный опыт Османского халифата заключался в том, что сегодня Балканы – это подбрюшье Европы, населяют миллионы мусульман. И память этих людей хранит о временах господства Османского Халифата положительные воспоминания, в отличие от исторической памяти кавказцев о России или тех же балканцев о Европе. В Черногории, Сербии и Хорватии вы и сейчас можете пройтись по мостам и дорогам, строили которые мусульмане во времена Османского Халифата, движимые идеей садака-джария – исламской идеей, идеей приверженцев Корана и Сунны.

Сегодня карта конфликтов на Ближнем Востоке и в Северной Африке выглядит так же, как она выглядела 100 лет назад. Но ветер перемен благоприятствует нации Корана и Сунны, и туркам как её активной части. Тогда бушевали центробежные силы сепаратизма, сегодня ветер перемен сменился на центростремительный. Мусульмане, вне зависимости от территориальной, расовой или национальной принадлежности, все более и более они осознают себя единой нацией, которую объединяет руководство Корана и Сунны.

В этом потоке сил и Кавказ, и Средняя Азия – значимые геополитические звенья. Важно обратиться к многовековому опыту прошлого, к его эффективным механизмам интеграции всех мусульманских народов, в том числе и кавказцев, и выходцев из Средней Азии в единый организм.

Во второй части своей речи мне хотелось бы затронуть проблемы, связанные с текущим положением мигрантов Кавказа и Средней Азии, предложив своё видение путей их разрешения.

Первое: это вопросы, связанные с легальным пребыванием переселенцев-мусульман на территории Турции. К великому сожалению приходится констатировать тот факт, что многие мигранты находятся на территории Турции нелегально. Если поначалу они оформляли вид на жительство, то примерно с 2014 года тенденция стала меняться на негативную. Во-первых, на законодательном уровне был введён новый порядок регистрации и выдачи вида на жительство иностранным гражданам. Сама процедура резко подорожала, и для многих, традиционно многодетных семей мигрантов она стала чем-то вроде роскоши. Во-вторых, росту числа нелегальных переселенцев способствовали участившиеся факты, когда при посещении полицейских отделов для оформления вида на жительство их задерживали на месте и заключали в тюрьмы для иностранцев.Далее, у существенной части мигрантов отсутствуют паспорта, так как они покидали свою родину, будучи преследуемыми там государством. В Турции есть и те, кто десятилетими живет в ожидании получения гражданства.

Мы бы хотели обратиться к руководству Турции разработать и в скорейшем времени внедрить пакет мер с особым порядком легализации на долгосрочной основе для этих категорий лиц. В частности, снять ограничение о невозможности легализации без выезда за пределы страны для тех, у кого просрочены разрешения на временное проживание. Также мы обращаемся с просьбой о либерализации трудового законодательства в отношении этих категорий лиц с тем, чтобы они имели возможность легального трудоустройства и мелкого предпринимательства в Турции.

Второе: проблема роста негативного отношения к представителям наших диаспор со стороны турецкого общества. Во многом оно связано с тем, что, к глубокому нашему сожалению, часть представителей наших диаспор оказались втянутыми в негативные процессы, связанные с идеологией такфиризма.

Мы как представители диаспор официально заявляем о своей непричастности к идеологии такфиризма. Мы также отрекаемся от всякого, кто причисляет себя к её сторонникам.

Для преодоления негативного отношения жителей Турции к диаспорам Кавказа и Центральной Азии, мы призываем турецкое правительство разработать и проводить в СМИ соответствующую информационную политику. Мы также обращаем внимание на то, что в Турции активно представлена англоязычная пресса, освещающая события в стране, в регионе и мире. Мы хотели бы, чтобы и русскоязычные мусульмане могли иметь аналогичный доступ к новостям и информации о событиях в Турции, на Ближнем Востоке и в мире на русском языке.

Третье: в связи с действующим в стране чрезвычайным положением закрыты многие мадраса, в которых обучались Корану дети мигрантов. Медресе – центры исламского образования и воспитания, центры распространения умеренности, просвещенности в исламе. Это трибуна для авторитетных учёных, посредством которой они поддерживают связь с общиной, ведут воспитательную и просветительскую деятельность. Их закрытие, соответственно, означает распространение невежества, крайних взглядов и отклонений в религии. Мы призываем руководство Турции вернуться к вопросу открытия этих мадраса.

Четвёртый вопрос, к которому мы хотели бы привлечь внимание руководства Турции и турецкого общества, — это вопрос иммигрантов, особенно женщин, сидящих в настоящее время в тюрьмах и депортационных центрах.

Вместе с матерями сидят их дети. Не один, а по двое-трое и даже пятеро. Практически все они — сироты, отцы которых отдали свои жизни на Кавказе или сидят в концлагерях правителей-тиранов стран Центральной Азии, а также России, жертвуя своими жизнями ради торжества религии Аллаха. Пребывание этих женщин и их детей в тюрьме в Турции негативным эхом отзывается в этих странах, населённых миллионами мусульман.

Практика недопуска приезжающих в Турцию гонимых со своих стран мусульман в аэропортах Стамбула также вызывает у нас тревогу.

Нам известен случай, когда мусульманка из России, русская, принявшая ислам, с четырьмя детьми – 6, 5, 3 и 1 года – сменила восемь аэропортов мира и везде её не впускали в страну. Не впустили её и в Стамбул. В Каире, куда её вернули пограничники Киева, и вовсе потребовали купить билет с конечным пунктом назначения – Москва.

Спустя 25 дней скитаний по аэропортам мира она оказалась в Украине, где её заключили под стражу, незаконно отобрали детей и держат их взаперти в инфекционном отделении районной больницы. Сейчас в отношении неё запущен процесс экстрадиции в Россию, где её посадят в тюрьму, а её детям сейчас грозит быть отданными в интернат Украины, а, возможно, и России. А это дети-сироты, у которых нет отца.

Другой нашумевший случай — это многодневное пребывание в аэропорту Стамбула известного призывающего из Казахстана. Несколько лет он обучался исламским наукам на территории Саудовской Аравии, которая выдворила его из страны по причине запроса от службы безопасности Казахстана. В надежде найти безопасность в Турции человек со всей своей семьёй, состоящей из 10 детей и жены, прибыл самолётом в Стамбул. Пограничная служба аэропорта не запустила семью в Стамбул и после многодневного пребывания в аэропорту он был вынужден выехать в Казахстан, где по приезду его самого и его сыновей избили сотрудники спецслужб, а его посадили в тюрьму.

Мы призываем руководство Турции рассмотреть и в скорейшем времени внедрить процедуры участия представителей наших диаспор и предоставить им право голоса при принятии решений по депортации, а также в отношении женщин, пребывающих в настоящее время под стражей и в депортационных центрах. В частности, мы предлагаем использовать механизм рекомендаций и гарантий со стороны наиболее авторитетных представителей диаспор.

Это наше краткое обращение к турецкому народу и к его правительству.

Субханака Аллахумма ва бихамдика, Ла илаха илла Анта Астахфирука ва атубу илайка.

Ваалейкум ассалам ва-рахмату-Ллахи ва-баракятух.

Чечен Инфо

    Print       Email